Derlerdi inanmazdım ama gerçekten 29 ile 30 yaş arasında tam 10 yıl var. Asıl sorunsa gene inanmak istemesem de 30 ile 40 yaş arasında sadece 1 yıl olduğu gerçeği.
Bu kadar kötümser bir giriş yapsam da aslında 30 yaşında kendinizi ve çevrenizi büyük oranda tanıdığınızı tüm damarlarınızda hissedebiliyorsunuz. Evreni, dünyayı, insanları anlamak için doğduğunuz andan itibaren sorduğunuz sorular azalır hatta kaybolurlar. Sisteme ayak uydurup, soru sorup cevapları bulmanın ne kadar manasız ve anlamsız olduğunu idrak edersiniz. Cevaplar genellikle görecelidir. Görecesiz cevabı bulsan ne fark eder. Senden önce milyarlarcasının başına geldiği gibi sen de solucanların midelerine meze olacaksın nasıl olsa.
Otuzuna kadar nelere sinirlendin, nelere ağladın, neleri bıraktın, nelere inandın. Hep son dediğinde yeniden başladın, yeni başlıyorum dediğinde sona geldin. Değerlerin vardı değersizleşen, değer vermediklerin vardı değerlenen. Hep yarınları beklerken, şimdiyi yaşamayı unuttun. Güneşe baktığında gözlerin yaşardı, denize girdiğinde tenin kızardı, toprağa uzandığında alerji kaptın.
Otuzuna kadar yediğin onca şeyin hala vücudundan atamadığın parçaları bedeninde sinsice birikmeye devam ederken, sen hep aynı kalacağını zannettin. Beynin tarafından uydurulmuş en büyük yalanlardan biri olan “Zaman Efsanesi”, hayallerinin bir asalak gibi senle yaşamasını sağladı. Hayallerindi seni sisteme zincirleyen, zincirlendikçe tekrar tekrar hayaller kurdurtan.
Peki neydi bu hayatın anlamı? Geçen bir arkadaşımın twitter’da paylaştığı bir cümlede gizlenmiş olabilir. “Life isn’t about finding yourself. Life is about creating yourself” (“Yaşam kendini bulmak değil, yaşam kendini yaratmaktır.”) ”
Bir‘leşme gününüz geldiğinde yarattığınız ben kadar anlam kazanmış olacak bu evren.